1980’de, Türkiye’de askeri darbe döneminde, Tüm Batı Avrupa’nın Ankara’ya bir kez daha sorgulamasız sırtını döndüğü, Türkleri Avrupa Konseyi’nde askıya aldığı dönemde gazeteciliğe başladım.
Neyse ki tek işim AB’yi izlemek olmadı.
Orly katliamında Paris’teydik, Reagan-Gorbaçov zirvesinde, İzlanda’da...
Olof Palme’yi vurdular, İsveç’e koştuk, NATO gitti diye Kanada’ya...
Çok değerli arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi, fikirdaşlarımızı, yoldaşlarımızı şehit verdik teröre, haberlerini yaptık...
Helsinki’ye sadece AB zirvesi için gitmedik, o ülkede yolumuz taa Saariselka’ya kadar uzandı, kutuplara yakın...
Laponya'dan haber geçtik, Japonya'dayız sandılar...
Yugoslavya savaşında hem korktuk, hem sarktık, insanlar acımasızca birbirlerini öldürürken...
Atina’da casus zannedildik, sorgulandık, Bulgaristan’da tutuklandık bir zamanlar...
Portekiz’den Vatikan’a, Norveç’ten birçok Afrika ülkesine, hep koştuk...
Maden ocaklarına indik, jetlere bindik...
Asker kamplarında haftalar geçirdik, röportaj uğruna... Terör kamplarına çok yanaştık, aynı amaçla...
Utanç Duvarı çökertilirken Berlin’deydik, Çavuşesku linç edilirken Bükreş’te...
Hapishanelere girdik, randevu evlerine de...
Saldırılara uğradık, ”kaza” deyip geçiştirdik, haber olmak korkusuyla...
Fişlenmediğimiz istihbarat servisi kalmadı, İran’dan ABD’ye... Haber yapalım derken haber olduk, demeç alalım derken demeç vermek durumunda kaldık yer yer...
Neler yaptırmadı, neler göstermedi ki bu meslek bize...
En güzel sergileri, müzeleri de gezebildik bu sayede, dünyanın dört bir yanında... En muhteşem konserleri izledik. Çok güzel insanlar tanıdık, ilginç kaçamaklar yaptık, her fırsatta...
Yoruldum evet... Artık yorgunum. Muhabirlik zor zanaat...
Bütün bunların arasında beni en fazla yoran, en fazla bezdiren, midemi en fazla bulandıran, Türkiye'den Batı Avrupa'ya, Batı Avrupa'dan Türkiye'ye ”şaşı bakışlar” oldu işte...