Refika yemek yapmaya, boyu ocak seviyesindeyken tüm aileye kahve yaparak başladı. Abisi Tolga ona günbegün iştah bulaştırdı. Zengin Akdeniz mutfağını teyze ve dayılarından, lezzetli İç Anadolu mutfağını ise dede, hala ve yengelerinden öğrendi.
En sevdiklerini görmeye gittiği Londra’da damak zevki iyice gelişti. Hep daha farklısını arar oldu, daha farklısı bulamayınca da kendi yapmak istedi. Onun için güzel yemekler yapmak ve paylaşmak, eğitimini aldığı meslekle yakından ilgiliydi belki de. Sevgiyle yapılan yemeğin hem vücudu hem ruhu iyileştirebileceğine inanarak gece uykularından yeni yeni tariflerle uyandı. Mutfakta deneyler yaptı, uçtu, daldı, nefes aldı, matematik sevdasıyla yemeklerin algoritmasını çıkarmaya uğraştı. Tüm bunları ise uzun hastane mesailerinin ardından yapmaya çalıştı.
Robert Kolej’de çirkin ördek yavrusu olmadığını, Koç Üniversitesi’nde, dünyanın ve insanların anlaşılabilecek yönleri de olduğunu öğrendi. London Business School’da bu kadar kontrolcü ve mükemmeliyetçi olursa yakında kalp krizi geçireceğini fark etti.
Kimi zaman yönetmeyi, kimi zaman ekip kurmayı, kimi zaman yazıp çizmeyi, ama her zaman ve illa ki yeni bir şeyler yaratmayı sevdi. Tatlı telaşlar, baharat kokulu düzen, uçan tavalar ve tencereler mutfağından eksik olmasın…